Bu belgeselin ikinci bölümü Sigmund Freud’un bilinçdışı hakkındaki düşüncelerinin, savaş sonrası Amerika’sında kitleleri kontrol etmek amacıyla iktidarlar tarafından nasıl kullanıldığı hakkındadır. Hikaye 2. Dünya savaşının çetin kavgasının ortasında başlıyor. Çarpışmadan geri çekilen askerlerin yüzde 49’u geri gönderiliyor çünkü akıl sağlıkları bozuluyor. İlk defa sıradan insanların hislerine ve korkularına birileri ilgi gösteriyor. Psikanalistler Freud’un tekniklerini kullanarak askerleri geçmişlerine götürüyorlar. Buradan yaptıkları çıkarım ise insanları ilkel irrasyonel güçlerin yönlendirdiğidir. 2. Dünya Savaşı dünya çapında yıkıcı bir deneyim idi. Sonucundaki zafer ise Amerika’da demokrasinin başarısı olarak kutlansa da insanlarda yıkıcılık, şiddet ve korku artmış idi. Bu dönemde fırtınada dik durabilecek insanlara ihtiyaç vardı. Psikanalistler tehlikeli güçleri sadece anlamakla kalmayıp kontrol de edebileceklerini söylüyorlardı. Anna Freud bütün hayatının babasının bıraktığı psikanaliz mirasını yaygınlaştırmak üzerine kurmuştu. Ona göre bireylere bu içsel güçleri nasıl kontrol edebileceklerini öğretmek mümkündü. Anna Freud Burlingham çocuklarını analiz ettikten sonra içsel dürtüleri kontrol etmek için bir teori geliştirdi. Çocuklara toplumsal rollere uymalarını öğretecekti. O dönemde homoseksüellik anormal karşılanırken sosyal tabuların dışına çıkmamak gerekliydi. 1949’da Başkan Truman, Ulusal Akıl Sağlığı Kanunu’nu imzaladı. İlk kez akıl sağlığı ulusal bir sorun olarak görülmeye başlandı. Psikanaliz ise daha iyi bir toplum yaratmak için kullanılmaktaydı. Psikanalize göre eğer insanlar, aile ve toplum hayatının genel kabul görmüş örüntülerine uyum sağlayabilirlerse egoları güçlenirdi. Psikanaliz sadece mutluluk için değil örnek tüketici yaratmak için de kullanılmaya başlandı. Psikanalistler bu dönemlerde güçlü ve zengin oldular. 1953’de Sovyetler Birliği ilk Hidrojen Bombası’nı patlattı. Nükleer savaş ve komünizm korkusu Amerika’yı sardı. Bu dönemde halkın nasıl teselli edileceği araştırılıyordu. Bunun başında da ilk bölümde de bahsedildiği üzere Edward Bernays vardı. Edward Bernays döneminin en güçlü PR’cılardandı. Bernays insanların komünizm korkusunu yenmek yerine bu korkuyu manipüle etmek üzerine çalıştı. Bu arada CIA de çeşitli deneyler yapmaktaydı. Cameron, LSD dahil çeşitli ilaçlar kullanarak insanları adeta uyuşturan deneyler yaptı. Deneylerinde elektro-konvulsif terapiyi de kullanması sonralarda oldukça tepki çekecekti. Başardığı tek şey ise hafıza kaybına uğrayan onlarca insan yaratıp hepsine şu lafı tekrarlatmaktı: ‘‘Kendimi iyi hissediyorum’’. Bütün hırslarına rağmen Amerikan psikologlar insan zihninin iç mekanizmalarını kontrol etmenin ne kadar zor olduğunu anlamaya başladılar. İnsan son derece kompleks bir varlıktı. Sahiden psikanaliz neden bu kadar güçlü konumdaydı? Bunun sebebi insanlara yardımcı olması mıydı? Yoksa aslında toplumsal düzeni korumak için bir tür engel mi oluşturuyordu? Arthur Miller’ın da dediği gibi bugün bildiğimiz en önemli hakikatler insanların acılarından türemiştir. Bu acıları anlamaya çalışmaktansa insanları kontrol ve manipüle eden bir alan olması psikanalizi günümüzde geçerli olmamasının sebeplerindendir. Ayrıca CIA’in bilimsel deneylerinde kullanılan yöntemler de psikanalizi sakıncalı kılmaktadır. Sonuç olarak, Freud’un kurduğu psikanaliz akımı günümüzde eskisinden farklı olarak yeni akımların (BDT vb.) gölgesinde kalmaktadır.
- Bildiri- #psikolojiörgünkalmalı - Temmuz 14, 2020
- Kaplanı Uyandırmak-Peter Levine - Haziran 18, 2020
- ”Çözünürlüğü Yüksek Hayatlar” - Aralık 23, 2019