İçinde felsefi, sosyolojik ve psikolojik analizler bulunan bu kitabı okumak keyifliydi. Güce neden ihtiyaç duyduğumuzu, insan olmanın çaresizliğini ve terapide ve gerçek hayattaki güç istencini anlamamı sağlayan bu kitapta gücün neden doğduğunu da mitolojik olarak ilk insandan günümüze anlatılması ilginçti. Bu kitaptan Prometheus’un ateşi çalarak insanlara hediye etmesi, İsa’nın insanların günahını göğüsleyip çarmıha gerilmesi, Adem’in hayat ağacındaki elmayı yiyerek cennete yani sonsuz güce veda etmesi gibi örnekler verilebilir. Nietzsche’nin de dediği gibi nerede bir canlı gördüysem, orada bir güç istenci gördüm. Yani güç hayatımızın vazgeçilmez unsurlarından biridir. Onun için mücadele ederiz, savaşırız, yeniliriz, ve kimi zaman kazanırız ama güç olmadan bunları yapmamız olanaksızdır. Güç bütün canlılar için gereklidir. Güç kelimesi Latincede ‘’muktedir olmak’’ anlamındaki posse kelimesinden gelir. İnsan yaşamının büyük bir bölümü, bir tarafta güç ile diğer tarafta güçsüzlük arasındaki çatışma olarak görülebilir. Her insanın yaşamında potansiyel olarak beş güç seviyesinin olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi olma gücüdür. Bu güç yeni doğmuş bebekte görülebilir. İkinci aşama öz olumlamadır. Her canlının yalnızca olma değil, kendi varlığını olumlama ihtiyacı da vardır. Üçüncü aşama ise kendini ortaya koymadır. Dördüncü aşama saldırganlıktır. En sonunda saldırganlığa yönelik tüm çabalar etkisiz kaldığında, şiddet olarak bilinen nihai patlama meydana gelir.
Güç ve sevgi geleneksel olarak birbirlerinin zıddı olarak kabul edilir. Genel görüş şöyledir: Kişi ne kadar çok güç sergilerse o kadar az sevgi sergiler veya tam tersi. Sevgide güç, güçte de sevgi olmadığı kabul edilir. Güç ve sevginin ilişkili olması, kişinin ilk balta kendi içinde sevebilecek gücü olması gerektiği olgusuyla kanıtlanır. Camus’un da dediği gibi:
‘’Ne yaparsak yapalım, yalnızlığın bulunduğu insan kalbinde aşırılık daima yerini koruyacaktır. Hepimiz içimizde kendi sürgün yerlerimizi, suç ve yıkımlarımızı taşıyoruz. Ancak bizim görevimiz bunları dünyaya salmak değil, bunlarla kendi içimizde ve diğer insanların içinde savaşmaktır. ‘’
Şiddeti azaltmayı umut ediyorsak, sorunu sorunla orantılı bir seviyede ele almamız gerekiyor. Neden şiddeti azaltmakla ilgili çoğu teklif sorunun kendisiyle kıyaslandığında bize yüzeysel görünüyor. Örneğin, televizyondaki şiddet olaylarını ele alalım. Wertham, kitle iletişim araçlarını, çocukların şiddet içerikli düşünmelerini kışkırtmaları, insanları şiddete alıştırdıkları ve rekabetçi, duyarsız ve şiddeti bir yaşam biçimi olarak kabul eden ‘sert’ bir Amerikan nesli yarattığı için, şiddeti yaymaktan büyük oranda sorumlu tutuyor. Fakat kötü olan kuşkusuz televizyon değildir. Kitle iletişim araçları bize bir ayna tutarlar, kötü olan savaşın kendisidir. Şiddet bir semptomdur. Hastalık ise çeşitli biçimlerde güçsüzlük, önemsizlik, ve adaletsizliktir.
Güç iletişim için gereklidir. Genellikle yalnızca güç yönünden eşitimiz olanlarla iletişim kurarız. Fakat düşmanımıza bile topluluğumuzda ihtiyacımız vardır. O bizi tetikte ve canlı tutar. Onun eleştirilerine gereksinim duyarız. Kişinin herkes gibi olumsuz yanları olduğunu, şeytani yönün potansiyelde hem iyilik hem de kötülük için etkili olduğunu ve ondan ne vazgeçebileceğinin ne de onsuz yaşayabileceğinin farkına varması azımsanmayacak bir lütuftur. Bu, yaşamın iyilik be kötülüğün bir karışımı olduğu, saf iyilik diye bir şey olmadığı ve bir potansiyel olarak kötülük olmasaydı, iyiliğin de olmayacağı deneyimin merkezidir. Yaşamda amaç, kötülükten ayrı olarak değil, kötülüğe rağmen iyiliği başarmaktır. Hepimiz tahterevallinin bir köşesinde güç ve güçsüzlük arasında gidip gelen, dengeyi bulmak için mücadele eden insanlarız. Dengeyi bulmak için bütün acizliğimizle kendimizi kucaklamalıyız çünkü ancak bu şekilde gerçek gücümüzün farkına varabilir, gösterebilir ve gerçek gücün sevgiden meydana geldiğini anlayabiliriz.
‘’Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde, dünya barışı tanıyacaktır.’’
Sri Chinmoy Ghose