‘‘ Bir odada iki kişi buluştuğunda.’’ diyor William James, ‘‘Aslında altı kişi vardır. Kendimi gördüğüm halimle ben, onun beni gördüğü haliyle ben, benim onu gördüğüm haliyle o, onun kendisini gördüğü haliyle o, gerçekte olan ben ve gerçekte olan o.’’ Çok mu karışık geldi? Dünyaya bıraktığımız izler, varlıktan yansıyan gölgeler bazen kendi gerçekliğimizin yerine geçer. İnsanların gözünden nasıl göründüğümüzü önemseriz, kendi değer ve öz saygımızı biraz da buradan devşirir ve iyi bilinmeye gayret ederiz. Yazdıklarımızın, yaptıklarımızın takdir görmesi bizi kıvandırır ve aldığımız bu onay, adeta boşa yaşamadığımızı, varlığımızın bir amaca hizmet ettiğini teyit eder. İçine gömüldüğümüz evreni mutlak zannediyoruz. Rahatlık alanından dışarı çıkmak gerek, üzerimizdeli ünvanlardan ve şanlı zaferlerimizden bir hale taşımaksızın insan yüzlerini dolaşmak, pişmekte olan bir yemeğin kokusunu içimize çekmek, kalabalığın içinde bir fani olduğumuzu idrak etmek gerek. Ruh ayarı olamdan, ruhlar birbirine ayarlanmadan, insandan insana köprü kurulmuyor. Bir yaşantı içimizde olgunlaşmadan dışarı çıkmak, söze dökülmek istemiyor.
1
Sonlu olduğumuz gerçeği aldırışı mümkün kılar. Aldırış aynı zamanda vicdanın kaynağıdır. Vicdan aldırışın çağısıdır ve kendini aldırış olarak gösterir diye yazar Rollo May. Çünkü vicdan aldırış etmektir. Umursamaktır. İçimizin derinliklerinden gelen ve bizi ahlaka çağıran şeydir. Başka insanlara hayrı dokunan her bir kişi, varlığının karşılıklı bağımlılığına ve ortak bir insan fikrine inanır. İnsanın içinde çağlayan bir sorumluluk duygusu, onu başkasına el uzatmaya ve böylece kendi fıtratına, varoluşsal özüne sadık kalmaya zorlar.
2
İnsan ilişkilerinde tereddüt ve korku galip geliyor. Kimi ruh dünyamıza alacak, kimi dışarda bırakacağız. İçimize buyur ettiklerimiz sınırlarımızı ihlal eder mi? Kendimizi başkalarının beğenisine göre mi düzenleyeceğiz? Öteki korkusu; beni yargılayan, bana rakip olan ve bazen ikisi birden olan ötekinden korku. Hem korkuyoruz ötekinden hem de yalnız kalamıyoruz. Kendi kendine kalma zorluğu. Günümüzün sorunlarından birisi de bu. Kendimizle baş başa kalamıyor, hemen bizi oyalayacak, dikkatimizi çekecek bir uyarana yönelmek istiyoruz. Mesele sadece kendin olmak değil, kendin kalmak, kendinle kalmak.
3
Kötü beslenme sadece gıdayla olmuyor. Zihnimizi çöple dolduran ve dikkatimizi derin/güzel olandan alıkoyan her ”çabuk” mesaj, her e-posta veya gönderi de bizi kötü besliyor. Beynimize yedirdiğimi şeylere dikkat! Malumat diyetine ihtiyacımız var. Gözü ve gönlü malayaniden sakınacağımız bir diyete. Yüce olan derindir ve güzel kendisini hemen ele vermez. Byung Chul Han’ın sözleriyle ”Güzel saklıdır. Gizleme güzellik için asildir. Şeffaflık güzellik ile anlaşamaz.
4
Arkadaşlığın özü, insanların arasındaki farkı idrak etme, ona saygı gösterme iradesi ve anlama arzusudur. Birbirinin coşkusundan coşku duymak ve üzüntüsünden hüzünlenmek. Ama asla birbirini tüketip bitirmemek. ”Bir kuşa yuva, bir örümceğe ağ neyse, insana da arkadaş odur.” demiş William Blake. Dostluk, sevginin yumuşak ışığının en karanlık yerlerimize dahi düşmesine izin vermektir. İyi bir dostluk, kendi ruhumuzun olduğu kadar muhatabımızın da karanlık taraflarını, gölgede kalmış alanlarını ışığa tutar.
5
Neden yavaşlamayı salık veriyoruz? Çünkü yavaşlık, hızın temsil ettiği sorunların bir ilacı. Kibre karşı tevazu, tamahkarlığa karşı kanaat, zulme karşı merhamet, hıza karşı yavaşlık. Zaman yoksulluğu, stres, düşmanlık, eşitsizlik, çevrenin ve medeniyetin tahrip edilmesi gibi bir sürü sorunu doğuran hız kültürü, hayatı sığlaştırıyor. İnsanlar hayatlarını iş, ev ve alışveriş üçgeninde geçirirken durup düşünmeyi, kendi içine bakabilmeyi, sevdiği bir insanın yüzünü seyretmeyi unutuyor.
İyi okumalar 🙂
- Bildiri- #psikolojiörgünkalmalı - Temmuz 14, 2020
- Kaplanı Uyandırmak-Peter Levine - Haziran 18, 2020
- ”Çözünürlüğü Yüksek Hayatlar” - Aralık 23, 2019